Zengin İçerik İçin Tıklayınız !

9 Aralık 2014 Salı

Bu gün kendime bir şarkı çalayım !

Gri İstanbul Sabahına Günaydın

Sabah gözlerimi araladım. Hava yine gri. Yatağın içinden bile hissedilen bir soğuk dışarda. Bütün gün yatsam o da olmayacak. Ama sıcak yatağı terk etmek de zor derken kalktım giyindim.

Evden çıktım. Merdivenleri iniyorum. İnerken de bir yandan kaç merdiven indiğimi sayıyorum. Bunu neden yaptığımı hiç bilmiyorum ama saydım 86 basamak indim. Ev 5. kat maalesef.

Apartmanın kapısına geldim. Kapıyı açmak için kapıyı kendime doğru çekeyim derken kapı bir an çok ağır geldi. Daha evvel hiç dikkat etmemişim ama bizim apartmanın kapısını açmak için öncesinde baya baya ısınma hareketleri yapmak lazım yoksa kasta ani zorlanma nedeniyle sakatlanırsın. Bu gereksiz detaya niye takıldım. Kafamda onun da açıklaması yok tabii. Sanırım gri gökyüzü beni gerçekten bozuyor.

Apartmandan çıktım. Bizim Reco, köşede merdiven altında bekliyor . Koşarak geldi. Kedicik aç. Mama bekliyor ama ben daha gündelik hayata motive olamamışım. Mama aklıma bile gelmedi. Bizim sadık arkadaşı aç bırakmak da olmaz. Az evvel saymıştım: 86 basamak. Bir de açması zor giriş kapısı var. Kapıyı bu sefer zorlanmadan ittim. Kollar ısınmıştı haliyle :) 86 basamağı da çıktım. Mamayı aldım ve geri geldim. Seviyorum bizim Reco'yu. Aç bırakamazdım.

Arabamın yanına gittim. Yine toz, toprak, çamur... Araba ne hale gelmiş. Eskiden arabaları branda ile kapatırlardı. Hiç sevmezdim, branda ile kapatılmış arabaları. Ama sanırım ben de yakında kapatacağım. Daha 3 gün önce yıkattığım araba şu an tozla kaplı halde araba hariç bir çok şeye benziyor :) Sürücü koltuğuna oturunca bir huzur geldi. Araba kullanmayı seviyorum. Tekrardan havamı yakalamaya başlamıştım. Dikiz aynasını kontrol ettim. Direksiyonu kırdım ve yola koyuldum. Sonra radyoyu açtım. Açmasa mıydım acaba ...

Sürücü koltuğunda keyfim yerine gelirken, radyoda denk geldiğim şarkı, efsane klasiklerden. Beni o an aldı götürdü. Şarkının sözleri sabah sabah ruhuma çok fazla gelmişti. Sözlerini duymamış olsam melodisi bile zaten yeterince etkileyiciydi. Her bir cümlesi ayrı ayrı zihnimde bir şeyleri titreştiriyordu. Gözlerimin önünden bir çok kare geçti. Çeşit çeşit hatıranın anlık görüntüleri beliriyordu zihnimde. Bu müthiş şarkı da arka plandaki fon müziği olarak her görüntüyü  daha da vurucu kılıyordu. Derinde kalan, unutulmaya yakın her hatırayı su üstüne çıkardı. Bir güzel cilaladı ve tekrar tekrar parlattı, bu şarkı. Sonra yapmayı unuttuklarımı, hiç yapmamam gerekenleri, pişmanlıklarımı ve eksik kalanları da döktü ortalığa. En sonunda da ana fikri önüme koydu : I'll keep the candles burning ... Bir kaç dakika içinde de yerini başka bir şarkıya bıraktı. Bitti gitti.


Modern Talking - You're My Heart You're My Soul

Deep in my heart, there's a fire
That's a burning heart
Deep in my heart, there's desire for a start
I'm dying in emotion
It's my world in fantasy
I'm living in my, living in my dreams

You're my heart, you're my soul
I keep it shining everywhere I go
You're my heart, you're my soul
I'll be holding you forever, stay with you together

You're my heart, you're my soul
Yeah, a feeling that our love will grow
You're my heart, you're my soul
That's the only thing I really know

Let's close the door and believe my burning heart
Feeling alright, come on, open up your heart
I'll keep the candles burning
Let your body melt in mine
I'm living in my, living in my dreams

Cagatay






6 Aralık 2014 Cumartesi

Yeşilçam Etkisi - (Bir Yeşilçam Hikayesidir)

Yeşilçam Filmleri

Gece Yarısı Gelen İşaret

Haziran ayının ilk günlerinden biriydi. Uykumun kaçtığı bir gece, televizyonu açtım. Kanalları gezerken o filme denk geldim yine. Yıllar önce izlemiş, çok etkilenmiştim. Bilinmez neden ama tekrar izlemek istedim. Gecenin ikisinde bu filmi bırak izlemeyi, müziklerini bile duysanız üç gün melankoliden çıkamazsınız. Ama izledim. Neden izledim bilmiyorum. İzlemek istedim. O filmi izlemek, kendine acı çektirmekten farksız ama tekrardan izledim işte. Tarık Akan, Halit Akçatepe ve adını bilmediğim o çocuk oyuncu : "Canım Kardeşim"

Çeşitli numaralarla hoşlandığı kızları kendine aşık eden, deli dolu çapkın karakterlerin adamı Tarık Akan (ki bu karakter 10'lu yaşlarımdaki idolümdür :) ve ona bu eğlenceli filmlerde eşlik eden Halit Akçatepe, bu sefer öyle bir dramda bir araya gelmişler ki hem de ne dram. Filmin orjinali bir İtalyan filmiymiş ama Türk sinemasına uyarlaması da gayet hakkını vermiş, bu dram filminin. Hatta filmde, Kemal Sunal'ı da bir kaç dakikalığına küçük bir rolde görmeniz mümkün. Kemal Sunal'ı o rolde görünce, sonraki filmlerinde ister istemez insanın aklına geliyor : Nereden nereye.

İstanbul varoşunda babası ve ilkokul öğrencisi küçük erkek kardeşi ile yaşayan yoksul Tarık Akan ve arkadaşı Halit Akçatepe. Filmin başında zaten direk gece sigara içerek yatan babaları, çıkardığı yangınla hayatını kaybediyor. Kardeşiyle başbaşa kalınca, arkadaşı Halit Akçatepe de onların evine taşınıyor. Derken küçük kardeşinin yakalandığı hastalık ve o günün şartları ile tedavisi mümkün olmadığından, son günlerini yaşayan kardeşinin gönlünü hoş tutmak için yaptıklarını anlatan Türk sinema tarihinin belki de en etkileyici, vurucu drama filmi.

Gece vakti bunu neden izlemiştim bilinmez ama beni bir kez daha çok etkilemişti. Ya da belki de benim için bir haberciydi bu film. Ondan karşıma çıkmıştı tekrardan, gecenin bir vakti.



                                                                      --------------------


Haziranin 12. günü. İşten bir kaç günlüğüne izin alabilmiştim. Sabah 5 te bindim uçağa.Ver elini Marmaris. İşten tam olarak yakamı kurtaramamıştım. Otelde havuz kenarında hala internet üzerinden arızalı sistemleri konfigüre etmeye çalışıyordum ama yine de her şey o kadar keyifliydi ki. Kendimi çok iyi hissediyordum. Bu huzurlu halim etraftan da fark ediliyordu ki her saat Marmaristeki sosyal ağım daha da genişliyordu.

Ertesi gün öğle yemeğinde havuz başındaki masada oturuyorduk. Otele geleli 24 saat falan olmuştu ama 24 saatin her dakikası dolu dolu geçtiğinden tatilin 10. günü gibi falan hissediyordum.

Masanın karşısından bana seslendi :

- Kank, her şey çok iyi gidiyor di mi ?

Kank, kelimesini kullanan tek adam oydu sanırım. Kanka demek istiyordu ama nedense böyle bir kısaltma yapmıştı. Orijinal adamdı. Haliyle orijinal şeyleri olması normaldi :)

- "Evet, gerçekten de çok ilginç, fantastik diyebileceğim bir tatil. İyi ki gelmişiz" dedim.

Sonra masada bir sessizlik oldu. Havuz başı tenhalaştı. Çevredeki insan sesleri de azaldı. Havanın çok ısındığını fark ettim. 24 saatlik tatilimde ilk kez o an bir durgunluk hissettim. Derken masada duran telefonumun ışığı yandı : " Gelen Arama ".

Telefondaki sesle daha evvel bir kez konuşmuştuk. O da yıllar önceydi. Dürüst olmak gerekirse pek de keyifli bir konuşma da olmamıştı. Kader tam olarak nedir henüz kafamda netleşmedi. Yaşanılan her şey mi kaderdi yoksa bazı olaylar dışında geri kalanları, direk ya da dolaylı seçimlerimiz nedeniyle mi yaşıyorduk ? Bu sorunun cevabı bende henüz net değil ama telefondaki sesle kader birliğimiz olduğu kesindi. İstesek de istemesek yollarımız kesişmişti. Bundan sonrası için sırt sırta verip, birlikte mücadele edecektik. Bu değiştirebileceğim bir durum değildi. Tamamen benden bağımsız gelişen bir ortaklıktı. Ama olması şart olan, olmazsa olmaz bir ortaklık. Bir kaç ay sonra resmi olarak eniştem olacaktı. Bundan sonrasında da kardeşim için birlikte mücadele edecektik.

Telefonda duyduklarımı pek ciddiye almadım. Hatta bir şey demeden yüzüne kapattım sanırım. O kısmı tam hatırlamıyorum. Telefonu kapattıktan sonra dakikalar geçtikçe kafamda acabalar oluşmaya başladı. "Acaba doğru mu söylüyordu ? ", "Yanılmış olamazlar mı ? ". Tatilin o an benim için bittiği belliydi. Geri dönüyordum. 24 saatlik dev eğlence sona ermişti...

                                                                     -------------------------

Aralık ayının ikinci günü. İşten eve geldim. Kardeşimin evliliği ile bir kaç ay içinde edindiğimiz yeni uzak akrabalarımız da bu özel gün için bizimleydiler. Bu gün bayram değildi ama evdeki atmosfer bana, herhangi bir bayram gününü hatırlatmıştı.

İlik bağışçısından Almanya'daki operasyon ile alınacak olan hücrelerin, tıbbı kargo ile Türkiye'ye ulaştırılması ardından gece yarısına doğru kardeşime enjekte edilmeye başlanacaktı.

Tüm aile evden çıktık. Arabalara dolduk ve hastaneye gittik. Yapabileceğimiz çok bir şey yoktu. Kantinde oturduk. Bekliyorduk...

                                                               ---------------------------------

Haziran ayının 14. günü. Apar topar İstanbul'a dönmüştüm. Ankara'da yaşayan kardeşim de acilen tahlil sonuçlarını göstermek için İstanbul'a gelmişti.  Babam , ben ve kız kardeşim evden çıktık. Tahlil sonuçlarını göstermek amacıyla alanında en iyisi olarak gösterilen doktorla görüşmek için Kasımpaşadaki hastaneye doğru yola koyulduk. Sonrasında bu hastaneye kaç kere geldiğimizi, şu an düşününce hesap edemedim. O kadar çoktu ki...

Bekleme salonunda doktorla görüşmek için sıramızın gelmesini beklerken, çevremizdeki sandalyelerde oturan ve bizim yeni olduğumuz fark eden insanlar; "Geçmiş olsun , korkmayın , en iyi yere geldiniz ? ", " Moralinizi yüksek tutun, moral çok önemli. ", "Önce biz de çok üzüldük ama şimdi alıştık ve mücadele etmeyi öğrendik" gibi sözler ediyorlardı. Tam olarak neyin içinde olduğumuzu idrak edemediğimden, "H..ktir, neden bahsediyorsunuz siz" dememek için kendimi zor tutuyordum. Oysaki ben daha dün sabah Marmaris'te havuz başında bambaşka bir dünyadaydım. Çevredeki kimse art niyetli değildi. Tüm iyi niyetleriyle, yeni olarak gördükleri bizlere destek amacıyla telkin de bulunmaya çalışıyorlardı. Onlara da kızamıyordum ama durumu da kabullenmek kolay değildi.

Biraz sonra doktorla görüştük. Tahlil sonuçlarını gösterdik. Çok da tartışılacak bir durum yoktu. Maalesef teşhis doğruydu. Bir kaç gün önce gece yarısı karşıma çıkan o dramda tecrübe edilen hastalıkla gerçek hayatta da yüzleşmek varmış demek ki : " Lösemi ".


                                                      ---------------------------------

Kasım ayının ikinci günü. Apartmanın kapısını açtım. Kaldırım gri renkteydi. Sokak da gri renkteydi. Havaya baktım. O da gri bulutlar ve sisle kaplıydı. Şehir griye bürünmüştü. İstanbul griye büründü mü pek sevimli olmuyordu ama bilhassa kış aylarında sıklıkla griye bürünürdü. İlk kez Libyaya gittiğimde şehrin ana renginin "Sarı" olduğunu görmüştü. Evler, sokaklar, duvarlar... her yer sarıydı. Sonra Arabistan'a gittiğimde de aynısını gördüm. Aşırı güneş ışınları bu ülkeleri sarıya boyamıştı. Her şeyi sarartmıştı. İstanbul'un rengi de gri oluyordu. Hava bir kez kapandı mı her yer griye boğuluyordu.

Havalimanına gitmek için beni alacak aracı beklediğim sırada saat sabah 6.15'ti. Şöyle bir etrafa bakındım derken bizim "Reco" 30 metreden beni gördü. Normalde ortalarda pek görünmezdi. Onu bulmak zordu. O nedenle "Reco" diye seslenirdim ve sesimi duyunca o bir yerlerden çıkar gelirdi. Adını Recai koymuştum ama sonrasında "Reco" olarak kısalttım :) . Ayhan Işık, kurnaz bakışlara sahip, cam gibi gözlerle, yerinde duramayan, ne iş çevirdiği belli olmayan, nerede çıkıp geleceği kestirilemeyen karakteri canlandırırken, adı da "Cingöz Recai"ydi. Bu sevimli boz renkli kedi de bana bu karakteri hatırlatıyordu. Ortalarda görünmezdi ama seslendiğim anda cam gibi gözlerle, ok gibi fırlar gelirdi. Başlarda bin bir sevimli hareketler ilgimi çekmeye çalışır sonrasında yüz verince de şımarır, seni de kedi yerine koyarak, akranıyla oynar gibi elini, kolunu tırmalardı. Yani çok kestirilebilir bir karakter değildi. Adının hakkını veriyordu :)

Bu sevimli kedi yani Reco, nereden çıkıp gelmişti bilmiyorum ama 3 aydır kapının önünde takılıyordu. Çok akşamları geç saatte eve döndüğümde beni apartman kapısında karşılayıp benimle saklambaç oynamışlığı da vardı kağıttan yaptığımız topla maç yaptığımız da. Onun için bu kedinin, Reco'nun  yeri ayrıydı. Bu zor günlerde bana neşe kaynağı olmuştu.

Aracı beklerken beni gören Reco, zıpkın gibi fırladı ayaklarımın dibinde belirdi. Kucağıma aldım. Birlikte beklemeye başladık. Sonra araç geldi. Şöför, "Kediniz de mi havalimanına gelecek? " dedi. " Hayır" dedim. "O bir yere gitmez, çünkü burada yaşıyor. Ayrıca bir de adı var. Adı ile hitap edelim lütfen yoksa kırılıyor : Cingöz Recai. "


                                                         --------------------------------------

Kantinde beklememiz devam ediyordu. Derken saat 23 civarı gün içinde Alman bağışçıdan alınan ilik, tıbbi kargo ile hastaneye geldi. Türkiye'de bağışçı bulmak zordu. Hatta kardeşimin rahatsızlığıyla dahil olduğum bu süreçte, ilik bağışçısı olmak için başvuru yapan insanların Türkiye'de çok da önemsenmediğini de gördük. Oysaki ne kadar da önemliydi. Ama kimse yaşamadıkça olayın önemini kavrayamıyordu. Bunları yaşamasak ben de hala kavramamış olurdum muhtemelen : Ne cahillik! Bir başka insana ikinci bir yaşam şansı vermek; Ne büyük bir yardım ! Tasvir etmek için kelime bulamıyorum. Neyse ki Almanlar, hayatın bir çok alanında önde oldukları gibi insan sevgisinde de bir hayli ilerdeler. Dünyada en fazla sayıda ilik bağışçısı, Almanya'da yaşıyor. Alman hükümeti de sunduğu olanaklarla ilik bağışçısı olmayı destekliyor. Bu sayede kardeşim de ihtiyacı olan iliği bulabildi.

İlik nakli hakkında bilgi sahibi olmayan ben, bir çeşit ameliyat beklerken, kardeşime herhangi bir cerrahi operasyon olmadan damardan 800 adet yeni ilik hücresi 5 saat içinde serum yoluyla enjekte edildi.

Bundan sonraki süreçte neler olacağı takip edilecek. Bu yeni hücrelerin 3 hafta içerisinde vücuda yerleşerek aktif görev üstlenmeye başlaması bekleniyor. Vucutta köklü bir değişim gerçekleşecek hatta kan grubu bile değişecek. Dualarımızla kardeşime destek olmaya çalışıyoruz. Şu an bundan fazlasını yapamıyoruz ama artık sonuna geldiğimiz bu zorlu sürecin en mutlu şekilde biteceğinden eminiz. Kardeşime destek mesajları atmak isterseniz : ceyda.coban@hotmail.com .

                                                             -------------------------------------

Ben en iyisi üyelik paketimi kontrol edip tüm yabancı sinema kanallarını açtırayım . Bundan sonra sadece yabancı film izleyeyim. Bakalım yabancı sinemalar, bundan sonrası için beni nasıl etkileyecek. Bir de böyle deneyeyim.

Cagatay